23 Mayıs 2012

MYANMAR, Bölüm 6


Inle Lake

Sabahın dördünde kalkıyorum. Sırt çantamı, kamera çantamı, koca yastığımı ve diğer ıvır zıvırları taşıdığım IKEA torbasını ön bahçeye çıkarıyorum. Inle Lake otobüsünü beklemeye başlıyorum. Ne çok Fransız turist var bu ülkede. Otelde kalan birkaç Fransız da benim gibi beklemeye başlıyorlar gecenin karanlığı sürerken. Arkadan bir yerlerden budist mantraları yükseliyor gökyüzüne.

Neyse otobüs görünüyor sokakta. Kalkıyoruz diğerleriyle beraber. Otobüs de otobüs ama. Kısa, dar ve eski mi eski. Birisi sırtımdaki ağır çantayı alıp, otobüsün üzerindeki bir diğerine fırlatıveriyor ne oluyor diyemeden. Beni nasıl bir yolculuk bekliyor acep? 

Otobüste dün Ananda Pahto'nun dışında lafladığım Çinliler de var. Otobüsün yarısından çoğu turist benim gibi. 12 saatlik yolculuk başlıyor. Bagan-Nyaungshwe yolu, tıkış tepiş, bol çukurlu, sıcak ve tozlu geçiyor. Koridorlara tabureler konuyor ekstra yolcular için. Budist rahipler, köylüler, tavuklar. Yukarıda otobüsün üzerinde çantaların yanında da insanlar var. Bunların yanına ilk mola yerinde içerinin sıcaklığından bunalan bir-iki yabancı da  katılıyor. Wuhanlı dörtlü biraz sonra Çin'de popüler olan son şarkılardan bir demet sunuyorlar portatif müzikçalarlarından avaz avaz, vatan özlemi sarıyor içimi, Pekin'i özlüyorum. 

Aquarius Inn
Yan sıradaki Fransız kızla sohbete dalıyorum. Göle varmadan önce Kalaw'da ineceklermiş. Oradan da 2 günlük bir yürüyüşle Inle Lake'e varacaklarmış. Yol üzerinde azınlık grupların yaşadığı köylerde geceleyeceklerini duyunca ne güzel fotoğraf kareleri yakalayabilirdim katılsaydım diye hayıflanıyorum. Keşke Bagan'da ayarlasaymışım böyle bir organizasyonu.

 Sıkıntılı ama renkli yolculuğumuz Kalaw'da yolcuların çoğunluğunun inmesiyle kesintiye uğrasa da bir saat sonra otobüs bizi bir yol ayrımında bırakıyor. İki İskandinav ve bir İngilizle taksi bulup pazarlık yapıyoruz bizi Nyaungshwe'ye götürmesi için. Bozuk bir yoldan kasabaya varıyoruz. Diğerleri kalacak yer aramaya gidiyorlar. 

Aquarius Inn'e giriyorum. Myanmar'da geceleyeceğim oteller, hosteller ve pansiyonlar arasında en sevimli, en temiz yer oluyor burası. Güleryüzlü evsahibesi minik bir cennete çevirmiş burasını. Odam çok rahat ve temiz. Yatak son derece rahat, tavanda bir pervane ve sineklik. Sekiz odalı ve oldukça ucuz olan bu pansiyona geceliği sadece 13 dolar ödüyorum. Kahvaltı da dahil. Daha yerleşemeden kapı çalınıyor. Bir kız elinde meyve tabağı ve yeşil çay. Tozlu yolculuktan bir anda sıyrılıveriyorum. 

Güneş batmadan çıkıyorum dışarı. Öyle küçük bir kasaba ki gece pansiyona dönmeden  bitirebilirmişim gibi duruyor.

 

Sabah saat 7.30'da kaptan gelip beni botların bağlı bulunduğu nehirdeki iskeleye götürüyor. S.S. Nyaungshwe Tekne Kooperatifi'nin hemen yanıbaşında sıra sıra dizilmiş 10 metreye varan boyuyla ince uzun teknenin tam ortasındaki plastik sandalyeye kuruluyorum. Kaptan, en arkada motorun yanında oturuyor. 

Sabah olmasına rağmen hava sıcak ve boğucu. Kanallardan göle vardığımızda esen hafif rüzgar rahatlatıyor beni. Bizimkiyle birlikte sayısız bot açılıyor kanallardan büyük göle. Kimi benim gibi turistleri taşıyor, kimi gölün çevresindeki köylerden insanları pazar yerlerine götürüyor, kimi de çuvallarla adamakıllı doldurulmuş, batacak gibi görünüyor.










Inle Lake
                                      
Göle açıldığımız noktada görüyorum meşhur Inle Lake balıkçılarını. Çok etkileyici bir manzara. 2-3 metrelik yekpare ağaç teknelerin üzerinde bir balıkçı, elinde ağı, koltuk altına ucunu sıkıştırdığı küreği bacağıyla idare ediyor büyük bir ustalıkla teknesini . Saatlerce izlesen sıkılmayacağın bir sahne. Yakaladığı balıkları hemen teknenin üzerinde ikiye ayırıp, gölün suyunda temizliyor ve teknenin gerisinde güneşin altında kurunmaya bırakıyor. Yüzlerce yıldır aynı işi yapıyorlar, belli. Bacağıyla küreği kontrol etmesi, balıkçının ağını iki eliyle rahatça kullanabilmesini sağlıyor. Yine de maharet isteyen bir iş.












Göl kıyısındaki köyler, haftanın bir günü gezici halk pazarlarını ağırlıyor. Bugün pazar Inn Dein'de kuruluyormuş. Bir saatlik doyum olmaz bir seyahat sonunda varıyoruz pazara. Burası göl kenarındaki ve çevredeki dağların eteklerindeki köylerden gelmiş farklı etnik gruplardaki rengarenk giysili insanlarla dolu. Bir köşede dokuma tezgahlarıyla Padaung kadınları boyunlarında ağır bakır halkalarıyla mallarını satıyorlar. Pazarın  girişi turistlere yönelik sıradan hediyelik eşya tezgahlarıyla kuşatılmış olsa da biraz ilerleyince daha canlı bir manzara bekliyor beni. Canlı bir pazar, sebzeler, meyveler, etler, giysiler, balıklar, kutu kutu ilaçlar, iplere dizilmiş tütün yaprakları. Dedim ya çeşit çeşit insan diye, siyah giysileri, kırmızı ağırlıklı başlıklarıyla Paolar, güneydoğudaki delta bölgesinden buraya yüzlerce yıl önce göçmüş Inthalar ve Myanmar'ın yüzde 60'ını oluşturan Bamarlar. Pazarın içinden geçip önce Schwe Inn Tha tapınağına giden yüzlerce metre uzunluğundaki üstü kapalı yola giriyorum. 

Dönüşte nehrin üzerindeki köprüden şahane pozlar yakalıyorum. Aşağıda, nehirde genç kızlar ineklerini yıkıyorlar. Pazara, renk cümbüşüne geri dönüyorum. Bir köşede berber küçük bir çocuğun saçlarını kesiyor. Zemin belli ki yıllardır temizlenmemiş. Yüzlerce insanın saç artıklarından bir halı oluşmuş.

Burada uzun uzun zaman geçiriyorum hiç sıkılmadan. Onlarca kare yakalıyorum. Mutluyum, gururluyum. 

Birşeyler yiyip tekneyle gölün kıyısına yakın ama direkler üzerine kurulmuş köyleri ziyaret ediyoruz. Çocuklar kendi boylarına uygun teknelerle okullarına, babalar balık avlamaya gidiyorlar. Evler, kümesler hep suyun üzerindeki bu direk ormanında kurulu. Köyün hemen ilerisinde yüzen sebze bahçelerine ulaşıyoruz. Plastik uzun torbalar suyun üzerinde salınıyorlar. İçlerinde toprak, toprakta yetişen kıpkırmızı domatesler, yine tekneleriyle çapa yapan insanlar. 





Hiç yorum yok: