16 Mayıs 2012

MYANMAR, Bölüm 2

Bonyoke Market
Kunming-Yangon

Aktarma yapacağım Kunming havaalanına gece saat on gibi indim. Yangon'a saat sabahın dokuzunda kalkıyor uçak. Yani onbir sıkıcı saatim var önümde. Önce kendime rahat zaman geçirebileceğim bir yer bulmalıyım. Çin'in belli başlı büyük şehirlerinin dışındaki bütün şehirlerde olduğu gibi modern görünüşlü ancak fahiş fiyatlı ve kötü servisi olan bir kafede oturuyorum. Lezzetsiz bir kahvenin ardından geceyarısı kapattılar. Yukarı kata kontuarların olduğu kata çıktım. Ne güzel kimseler yok. Rahat bir bank bulup ayaklarımı uzattım, kitabımı açtım. Önce üç güvenlik görevlisi kesmeye başlıyor beni uzaktan, sonra kendi aralarında uzun süre tartışıp bir dördüncüyü arıyorlar telefonla. Gelen kız aralarında İngilizcesi olup uykusundan uyandırılmanın mahmurluğu ile beni orada oturamayacağım konusunda yarı-kibar uyarıyor. Kös kös aşağı kata iniyorum.

Uykusuz ve serin bir geceydi. Ama beni başka bir sürpriz bekliyor. Uçağım Çin'den ayrılmadan önce bir de Nanning'e uğrayacakmış. Homurdana homurdana uçağa biniyorum. Uyumuşum. Nanning'de pasaportumun yeniliği, Çin'e giriş mührünün olmaması yüzünden gümrükte hafif bir gerginlik oldu. Ben de alttan almayıp, -Bu pasaportu nereden aldınız?- sorusuna, -O pasaportu ben yaptım- diye cevap verince uçağı kaçırmama ramak kalıyor. 

Aksiliklere rağmen Yangon'a sadece bir saatlik gecikmeyle indik. Soğuk Pekin'den sıcacık bir havaya inmek yaşlı kemiklerimi ısıttı. 

Yangon























Hostel'in gönderdiği arabaya diğer gezginlerle birlikte bindim. Hostele ulaşmak bir saati buldu. Yolda gördüklerim beş yıla yakın bir zamandır yaşadığım ve artık aşina olduğumu sandığım Asya'da daha önce gördüklerime benzemiyordu. Farklı bir hayat, yoksulluk ve köhnelik sürüyor burada. Daha sonra ne demek istediğimi anlatacağım, şimdilik kısa kesiyorum.

Myanmar değişik bir ülke. Diğer ülkelere göre saat farkı buçuklarla belirlenmiş tam saatlerle değil. Yani Pekin'den 1,5 saat gerideyiz. Bir de haftada 7 değil 8 gün var. Çarşamba günü öğleden önce başka bir gün, öğleden sonra başka bir gün sayılıyor. Taşıtların büyük bir kısmının direksiyonları sağda, trafik de sağdan akıyor. Bu nasıl iş aklım almıyor.

Resepsiyonda sıcak bir karşılama. Odaya eşyalarımı bırakıyorum. Çok yorgunum ama kendimi dışarı atmak içi sabırsızlanıyorum. Çıkıyorum. 
























Güneydoğu Asya'nın diğer ülkeleri gibi insanlar burada da günü ve geceyi sokaklarda yaşıyorlar. Adım başı ufacık bir tezgahta, ocakta birşeyler pişirenler, haşlayanlar, kızartanlar, satıcılar, alıcılar, para bozduranlar, dini kitap satıcıları. Daha önce bahsettiğim köhnelik Küba'daki gibi, yoksul ve rutubetli ülkelere özgü bir köhnelik. Yosun tutmuş dış duvarlarıyla eski zamanların görkemini taşıyan yaşlı binalar, birkaç metre sonra son nefesini verecekmiş duran otomobiller ve otobüsler. 

İlk durak Sula Paya. Teravada Budizminin hakim olduğu Myanmar, dini son derece yoğun biçimde yaşıyor. Şehrin dört bir yanı tapınaklarla dolu doğal olarak. Sula Paya, başkentin üç büyük tapınağından biri. Hemen karşısında Bengal Sünni Camisi dikiliyor. Mantralar ezan sesine karışıyor. Müslümanların çoğunluğu Bengal ve Hint kökenli. Çok renkli bir şehir Yangon. Rengarenk giysili rengarenk insanlar.

Sula Paya
Umarım yarın da gri olmaz gökyüzü bugünkü kadar. Pekin'den bıkmışım bu yüzden zaten. Fotoğraf çekmenin zevki kalmıyor. 

Kuzeye dönüyorum. Bonyoke Market'te ara sokakların birinde gecikmiş öğle yemeğimi yiyorum. Oldukça lezzetli ve ucuz. Elimde harita Schwedagon Pagoda'ya yollanıyorum sonra. Angkor Wat'la yaklaşık aynı zamanlarda, 11. yüzyılda inşa edilmiş olağanüstü bir yapı. 

Schwedagon Pagoda
Önceden planlamadım ama beş-altı saatimi burada geçireceğim. Girişte ayakkabılar, terlikler çıkartılıyor. Yerler temiz mi? Değil, yine de yorgunluktan sızlayan ayaklarıma iyi geliyor çıplak ayakla yürümek. Hiç bitmeyecekmiş gibi duran merdivenlerden çıkıyorum.
























İlk gözüme çarpan sıra sıra dizilmiş yirmi kadar genç kadının ellerinde basit süpürgelerle sistematik bir biçimde ve sıralarını bozmadan yanyana durarak zemin süpürmeleri oluyor. Pagodanın etrafını tavaf ediyorlar bu şekilde. Sonradan bu kadınların haftanın hangi günü doğdular ise o gün buraya gelip bu temizliği yaptıklarını öğreniyorum bir budist rahipten.

Hava hala gri, hatta bir ara yağmur bastırıverecekmiş gibiydi. Havanın kararmasını bekleyeceğim birkaç güzel kare yakalamak amacıyla.  Gece saat ona kadar açıkmış tapınak. 

 Bir sütunun dibine oturuyorum. Myanmarlılar sıcakkanlı insanlar. Gelen geçenle sohbet ediyorum. Biraz İngilizce bilenler hemen yanaşıyorlar. Israrcı değiller, sıkmıyorlar adamı. 





























Kamboçyadakiler gibi ısınıveriyorum bu halka da. Önce bir baba-oğulla sohbet ediyoruz. Baba, oğlunun yabancı dil öğrenmesi için içten bir çaba harcıyor belli. Ona İngilizce ve Çince dersleri aldırıyormuş. Sonra Otama'yla tanışıyorum. Bir Budist rahip. Ardından emekli bir öğretmen. Myanmar tarihi hakkında bilgilendiriyor cahil kafamı.
























Karanlık çöküyor ağır ağır. Burada zaman yavaş ilerliyor belli ki. Huzur doluyum. Kalabalığa rağmen öyle sessiz ki her yer. Güleryüzlü insanlar, buldukları gölgelerde meditasyon yapan insanlar, eski dua rulolarını öne arkaya sallanarak okuyan rahipler. Şehir karanlığa batarken, Schwedagon altın kaplamasıyla gecenin içinde, yıldızlardan yeryüzüne inmiş bir uzay gemisi gibi ışıl ışıl.

Hostelden aldığım fotokopi şehir haritası ve pusula yardımıyla dönüyorum hostelime. Ayaklarım yorgun bedenimi taşımaktan bitap karanlık sokaklarda yürüyorum. Yoksulluğa ve karanlığa inat güvenli bir ülkedeyim, rahatım. Duş bile alamadan yatıyorum.



İlk günden bazı notlar:

1- Yangon kargalarıyla ünlü olsa gerek. Sürülerle karga gökyüzünü, parkları ve ağaçları doldurmuşlar.
2- Kadınların ve çocukların   yanakları krem rengi bir boyayla kaplı. Bir ağacın kurutulmuş dallarından yapılıyormuş. 2000 yıldır kullanılıyor Tanaka. Sıcaktan koruma amacının yanısıra kozmetik bir işlevi de varmış. Bagan'da güneşin altında pedal çevirirken işime yarayacak. Tek sorun erkeklerin pek kullanmıyor oluşu. Bakalım toplumun bana tepkisi ne olacak?
3- Akşamları sokak lambaları yanmıyor. Dükkanların ve tezgahların ışıkları olmazsa hepten karanlık olacak. Kaybolmamak için çaba sarfetmek lazım.
4- Tamam internet yok, ama GPS bile çalışmıyor. Yanımda pusula taşımıyor olsam ne yapacaktım ben?
5- Onlarca çeşit tropikal meyve dolu satıcıların önü. Yeşil ve ekşi mango sıcakta iyi geliyor. Favori içeceğim lassi, özellikle avokadolu olanı.
6- Tapınaklara girerken ayaklar çıplak olmalı demiştim. 20. yüzyılın başlarında işgalci İngilizlere karşı yapılan ayaklanmaların birinde ilk kıvılcımı çizmeleriyle tapınağın birine giren İngiliz askerleri olmuş.




Hiç yorum yok: