22 Mayıs 2012

MYANMAR, Bölüm 5

Nyaung U
Bagan

Dün bütün gün bisiklet üzerinde yaptığım gezide Bagan'ın en önemli tapınaklarını gördüğümü düşünüyorum. O yüzden elimdeki haritayı açıp alternatif bir rota bakıyorum. Yer bulabilsem bugün Inle Lake otobüsüne atlayacaktım aslında. Ama ancak yarın sabaha karşı sabah beşte kalkacak olan otobüse yer bulabildim. 

Haritayı önüme açıyorum. Çok erken uyanamadığımdan kahvaltıyı da aceleye getirmek istemediğimden zamanım bol. Güzergahımı belirliyorum. Dünkinden daha hafif bir bisiklet kiralayıp, kasabanın kuzeydoğu girişine yöneliyorum. Yolda birkaç kişi, beni asıl gezilip görülecek yerlerin tersine gittiğim için uyarıyorlar. Ama amacım tapınakların yayıldığı ovanın kuzeyinden başlayıp aşağı inen geniş bir yay çizmek. Önümde koca bir gün var ne de olsa. 


Yolun uzunluğu yüzünden biraz kararsızlığa düştüğüm oluyor; olsun vazgeçmek yok. Yol üstünde iki tapınağı geziyorum. Kanadalı bir çiftle biraz laflıyorum. Çıkıyorum, ani bir kararla ana yoldan sapıyorum. Birazdan Bagan'da fazladan bir gün geçirmek zorunda kalmamdan dolayı yaşadığım üzüntüyü tamamen unutturacak şeyler göreceğim. Kumlu toprak yol pedal çevirmeyi giderek zorlaştırıyor. Bazen inip bisikleti itiyorum.


Minnanthu köyüne varmadan bir-iki kilometre kadar önce sola ince bir patika ayrılıyor. Önce birkaç ahşap yapı görünüyor. Daha sonra gördüğümü nasıl tarif edeceğimi ise bilemiyorum inanın. Yaklaştıkça eni boyu 50 metre kadar geniş bir çukur görüyorum önce. Derinliği belki beş-altı metre. Çukurun içinde kocaman ahşap bir bina. Merdivenle iniyorum, bina yemek salonu, toplantı salonu gibi bir şey. Burası bir budist manastırı. Biraz önce yemekler yenmiş sanki, yemek vakti rahatsız etmediğime seviniyorum. İki rahip bulaşıkları yıkamaya başlamışlar. Bana seslenen ya da karışan yok.

Binanın etrafını dolaşıyorum. Çukurun yan duvarlarına tüneller oyulmuş. Biraz tereddüt ederek giriyorum birine. Tüneller birbiriyle içerden bağlantılılar. Benim girdiğim dar tünel ilerde küçük odacıklara açılıyor. Işık azalıyor, fotoğraf makinemin flaşıyla bakıyorum etrafıma. Bir yer yatağı, ot doldurulmuş bir döşek ve incecik bir hasır yastık. Rahiplerin yattıkları yer mi burası yoksa inzivaya çekildikleri bir köşe mi bilemiyorum. Arkamdan hafif bir ses duyup korkuyla dönüyorum. Arkasından vuran ışık sayesinde çok yaşlı bir rahibin bana doğru geldiğini görüyorum. Bana yaklaşıyor ve tünelin diğer ucuna doğru parmağını uzatarak onu izlememi işaret ediyor. Tünelden çıkıyoruz. Işığa çıkınca rahibin kör olduğunu anlıyorum, gözlerine beyaz bir perde inmiş gibi; elleriyle buluyor yolunu. Ardına düşüyorum merakla. Beni ahşap bir binanın küçük odasına götürüyor. Duvarlar sayısız fotoğrafla ve resimle dolu. Orada yaşamlarını sürdürmüş rahiplerin fotoğrafları. Odada halılar, minderler, dua ruloları üstüste duruyor. Hiç konuşmuyoruz. Birkaç dakika sonra beni kibarca uğurluyor. Hala aklım tünellerde çıkıyorum gün ışığına. 


Minnanthu'da su ve meşrubat molası veriyorum. Dün dönüş yolunun sağında gördüğüm Sulamani Paya'nın yanına varıyorum keçilerle dolu bir zorlu parkurun ardından. Oldukça etkileyici bir yapı. İçimi huzur dolduruyor nemli koridorlarında. Maya piramitlerine benzettiğim Dhamma var az ilerde. Korkutucu ve gizemli yapısıyla topraktan fışkırmış devasa bir yapı bu. Yorulmuşum, bahçesinde biraz oturuyorum ve kitap okuyorum. Buradan sevgili Ananda Pahto'ya bir uğrayıp veda eder, internet bağlantısını sömürür, otele dönüp eşyalarımı bırakırım. Belki birşeyler yiyip, erkenden yatarım. Sabah erkenden yollarda olacağım.




Hiç yorum yok: