26 Aralık 2006

Yorgun Savaşçı - Kemal Tahir


Ben böyleyim işte. Herkesin okuduğu, bir nevi klasik sayılan, meşhur kitapları ancak kendime göre sırası geldiğinde okurum. Bunun tek nedeni ise benim arsız mı arsız kitap açlığımdan başkası değil tabi. Bu nedenle yerli yabancı pek çok klasiği ya yenilerde okumuşumdur, ya da hiç okumamışımdır bendeniz.

Dizi haline TRT tarafından bir zamanlar çekilip, sonra barbarca negatifleri yakılan Yorgun Savaşçı da o kitaplardan biri. Daha öne dokuz kitabını okuduğum ve bence değil Türkiye'nin, dünyanın en büyük yazarlarından biri olan ve de ne yazık ki asıl tanınması gereken dünyada hiç tanınmayan Kemal Tahir'in, bence okuduklarım arasında en güzel kitabı. Yer yer uzun diyaloglarla, başta olayların etrafında geliştiği kahramanı Cehennem lakaplı Topçu Cemil Yüzbaşı olmak üzere karakterlerin ağzından, hayata ve döneme ait bir çok eşsiz yoruma yer vermesiyle, bence diğer kitaplarından uzak ara farklı bir kitap. İstanbul, Bandırma, Akhisar, Manisa'ya yakın bir köy ve Bursa arka planlarında geçen roman, Kurtuluş Savaşı'nın az öncesi ve az sonrası, İstanbul ve Anadolu'daki durum genel hakkında son derece keskin, tarafsız ve dürüst bir betimleme yapıyor.

Anlıyorsunuz, aslında nasıl çetin şartlar altında bir mücadelenin verildiğini. Hele halkın, gönülsüzlüğünü, hatta yer yer karşı çıkışını Kuvayı Milliye'ye. Dahası o dönemdeki şartların ve geri kafalı insanların, nasıl günümüzde de bu kadar güçlü olduklarının izlerini apaçık görüyorsunuz ve üzülüyorsunuz.

Hele, Cemil Yüzbaşı'nın, İstanbul'da kaçak olduğu son günlerde, sahte bir isim altında birkaç gününü geçirdiği bir çeşit subay bakımevinde geçen bazı sahneler var ki inanılmaz derecede güzeller. Okurken Dostoyevski'den, Puşkin'den sayfalar geliyor gözünüzün önüne.

24 Aralık 2006

Kafamdaki Şarap Dumanları

Şarkı sözlerini ezberlediğim çağlardı. Çok eski demektir bu, abartıyor sanmayın. Ben çok da fazla ezberlemem şarkı, türkü sözlerini. Bir kıza aşık olmuştum Ezginin Günlüğü ile. Tracy Chapman ile bir başkasına o günler. Küçük, beyaz kağıtlara karalıyordum resimlerimi. Ve sonra hediye ediyordum birilerine.

Bu birileriydi benim dünya üzerinde bir yer işgal ettiğimin kanıtları. Okula yürüyerek giderdim, yürüyerek gelirdim akşam karanlığında. Samsun Asfaltı'nda, ortadaki refüjde yürürken bağıra bağıra söylerdim ezberlediklerimi. "Haziran'da Ölmek Zor". Bilmem hangi parayla, nereden aldığım basit bir de walkmanim vardı son senelerinde okulun. Günlük yazardım, şimdilerdeki gibi üşenmezdim. Yazacak ne çok şeyim olurdu. Durup durup birisine, birşeye aşık olurdum. Sonra gelsin şiirler. Minicik penceremden görünürdü Telsizler Mahallesi'nin herhangi bir otobüs durağı. Bir de anılarımın o ünlü iğde ağacı. Aşık olduğumun ne zaman farkına varırdım biliyor musunuz? İşte o iğde ağacının, mis gibi kokan çiçeklerinin kokusunu aldığımda. Yakınında olmadığımda bie hissederdim o bayıltıcı kokuyu. ne oldu şimdi acaba o ağaca?

Gecelerim kabuslarla dolu olurdu bazen. Hemen kalkar ve kitap okumaya çalışırdım. Deliler gibi kitap okuduğum zamanlardı o günler. Oğuz Atay da işte o günlerde girmişti hayatıma. Walkmanimin sesini sonuna kadar açtığım, kendimi "toplumun sokağa tükürdüğü biri" gibi hissettiğim, yapayalnız-kalabalık günlerdi. Anlattıklarımın altında hafiften bir gurur hissettiğinizi biliyorum. Ama gurur değil inanın. Yaşanmış, geri alınamayacak şeyler onlar. Onlar olmasaydı, bu ben olur muydu? Hayır.

Tertemiz ders notlarım vardı. Herkes benden fotokopi almak isterdi. Son senelerinde okulun, bu düzen sayesinde geçtim dersleri. Bir de son gece ders çalışmaları. Bir de acı gibi mocca kahveler. Sabahlardım, kalkar sınava giderdim, öğleden sonra kız arkadaşımla buluşur, okulun bahçesinde çimlere oturur, uyuyakalırdım.

Şarkı sözlerini ezberlediğim çağlardı.

15 Aralık 2006

Şule ile Demet

Havva ve Mübin

Eser...

Manu Chao - Desaparecido

Bilmiyorum neden yüzüme yapışmıştı o gülümseme, gecenin bir yarısı dolmuşla eve giderken. Ta Hoşdere Caddesi'nin sonlarına kadar silemedim yüzümden. İçtiğim iki kadeh rakıdan mıydı, yoksa senelerdir göremediğim arkadaşlarımı görmekten mi? Kocaman bir oh çekmişim sanki, o kadar rahat girdim yatağa o gece. Aralığın yedisi, yıl ikibinaltı. Yer: Mülkiyeliler Birliği. Bu kez bayrağı ele alıp, bizi bir araya getiren , sevgili Demet. Gecenin sürprizleri: Havva, Eser, Şule ve Mübin. Eser dışındakiler de benim gibi çoluk çocuğa karışmış. Kiminin oğlu, kiminin kızı, evlerinde beklediler o gece onları. Ama onlar bize söz vermişlerdi. İyi ki de söz vermişler; uzun zamandır geçirdiğim en güzel gecelerden biriydi. Güldük, eğlendik, bazen tatsız bir habere üzüldük, birbirimizin cep telefon numaralarını kaydettik.

Johnny Cash - Ghostriders

Yemekler de güzeldi. masanın etrafını çeviren biz on kişi, daha ilk dakikadan o kadar çabuk unutuverdik etrafımızı, kahkahalar, yüksek sesle sohbetlerin restorandaki diğer masaları nasıl rahatsız ettiğini farketmedik. Zaten bir süre sonra, boş masalar da dolunca, kimse bizi umursamadı.

Elvis Presley - You Are Always On My Mind

Şakir, Konya'daymış iş için yetişemedi. Tolga'ya geç ulaşabildi Mustafa. Tuğrul, Polatlı'daydı. Leyla'yı ise geç akıl edebildik. Fakülteden arkadaşların toplanmaları artarak devam edecek.

Toplantılarımız sürüyor, sürecek...

Soldan Sağa:

Cem, ben, Eser, Havva, Mübin, Leman, Mustafa, Hakan, Şule ve Demet.