12 Aralık 2007

Çin'de İki Ay...


Marco Polo'nun İtalya'ya döndüğünde kent meclisine sunduğu rapor gibi oldu başlık. Olsun, dolu dolu iki aydan sonra, kanıma işlemiş olan üşengeçlik mikrobuna rağmen oturdum ya yazmaya. O da bir şey sayılır.

Geçenlerde, Lara annesine "uyumak için gözümü kapattığımda, gözümün önüne sürekli mobilyacılar geliyor anne" demiş. aslında benim şimdi uzun uzun anlatmaya çalışacağım, ama üşenip kısa keseceğim, ilk iki ayın en güzel özetini o yapmış zaten. En baştan bir ev kurmak zormuş arkadaşlar. Allahtan lojman sayesinde, bir de uygun bir ev aramak derdinden kurtulmuşuz. Yoksa işimiz daha zor olacakmış.

Salona mobilya, yatak odaları, dolaplar, TV, buzdolabı, halı, tabak-çanak vs. derken gözümüzü açamadık. Bunların üstüne Pekin'in içe işleyen o sert soğuğu ve arabasızlık ta eklenince.

Sözü açılmışken, mobilyalar zevkli, kaliteli, sağlam ve ucuzlar. Tabi, Pekin'in kuru kış mevsimi ile nemli yaz mevsiminin mobilyaları çatlatma ihtimallerini de göz önüne almalı. Bu nedenle, biraz bekletilmiş ahşapla yapılmış olanları almak gerekli. Biz çok beğendik mobilyaları valla. Beyaz eşya vs. de göreceli olarak Türkiye'ye oranla gayet uygun fiyatlarda olunca geriye seçmekten başka bir şey kalmadı. Hala eksikler var, yok değil. Yemek masası ve sandalyelere şimdilik para kalmadı mesela. Acelesi de yok gibi görünüyor.

Hava kirliliği de malesef korkunç boyutlarda. Sanırım şehrin coğrafik yerleşimine, sayıları her geçen gün artan otomobil kalabalığı ile sanayi tesislerinin çokluğu da eklenince, olimpiyatların arefesindeki Pekin'in ve sakinlerinin başları ağrıyor elbette.

Hoşuma giden bir şey de bisikletlere ayrılmış yollar. Bisiklet kullanmak hiç bu kadar kolay ve zevkli olmamıştı. gerçi Çinliler otomobilleri de bisiklet gibi kullandıklarından sorunlar da oluyor. O nedenle özellikle yayaların karşıdan karşıya geçişleri biraz sıkıntılı.

Evimize yakın çok sayıda restoran var. Vietnam, Yunan, İndonezya-Myanmar, Çin, İtalyan, Japon ve Kore şimdi aklıma gelenler. Öğlenleri fiyatlar da ucuz oluyor. Çin restoranında bugün 4 kişi verdiğimiz para 120 RMB, yani 20 YTL'den biraz az. Bizim için değişik lezzetler her zaman çekici oldu. Gerçi bizi de şaşırtan bazı yemekler de oldu. Lara için aynısı söyleyemem. Pilav ve patates kızartmasından başka bir şey bulamıyor. Biz de açığı, evde pişirdiğimiz yemeklerle kapatmaya çalışıyoruz.

Ayi'miz de ara sıra Çin yemekleri yapıyor. Genellikle lezzetli, ancak bazen tatlı yemekler yapınca pek yenmiyor. Dün, bir çeşit yosunla yaptığı yemeği yiyemedik, eve götürebileceğini söyledik. "Çikolatayı seviyorsunuz ama", diyip bozuldu. komikti.

Üçüncü haftasına girdiğim Fransızca dersleri ile arama iyi. Ama geçtiğimiz pazartesi başladığım Çince dersleri korkunç bir başlangıca sahne oldu. Dersin onikinci dakikasında, hangi kapıdan kaçsam, bir daha gelmesem , dört sene nedir ki, hem Çince o kadar da lazım mı, işaretlerle yemek te ısmarlayabiliyorum, sıkı pazarlık ta yapabiliyorum diye düşünmeye başlamıştım bile. Bugünkü derste biraz rahatladım. Hem telaffuz, hem Çince'nin benim karşılaştığım hiç ama hiç bir dile benzememesi hem de yakın bir tarihte birkaç çince karakteri de gösterecek olmalarının ürküntüsü gözümde büyüyor.

Zai jian.

03 Kasım 2007

Yine Wangfuijing.


Sayılarının geçmiş yıllara oranla azaldıkları söylense de her taraf bisikletlerle dolu. Sepetliler, elektrikliler, eskiler, yeniler.

Taze kızarmış deniz atları.


Wangfuijing'in sonundan sola dönünce hemen karşı kaldırım boyunca 200-300 metre kadar uzanan çeşitli çin tarzı fast-food (weird food) standları var. Yanda fotoğrafını gördüklerinizin yanında deniz yıldızları, tanımadığım böceklerin larvaları, yılan etleri, çekirgeler, akrepler vs. kızartılmış yiyeceklerle dolu.

Yorumsuz

Wangfuijing 'in Girişi.


Sokağın bir bölümü araç trafiğine kapalı. Sağlı sollu mağazalar, alışveriş merkezleri vs.

Sezin ve Güneş

Şükürler olsun ki, en az bizler kadar, yemekten zevk alan bir çiftle karşılaştık. Amin.

02 Kasım 2007

İlk alışveriş

Bir Xinjiang Lokantası

Olimpik Stadyuma oldukça yakın bir lokanta ve şişleri meşhur.

Evin ilk halleri

Birbirlerine Küs Anne Kız

Her Tarafı Dolduran İnşaatlara Çarpıcı Bir Örnek

Öyle ilginç, bulmaca gibi bir eğimi var ki şaşarsınız. En üst noktaları sadece 40 saatte ve soğuk bir havada birleştirilmek zorundaymış. Discovery Channel'da inşaat aşamalarının belgeselini göstermişler.

PEKİN'DEN İLK MERHABA


Ankara'dan Pekin'e İstanbul aktarmalı ve bol gecikmeli bir şekilde uçtuk. İstanbul'dan bindiğimiz THY uçağı son derece konforlu olsa da, aynı şeyi ne uçuş ekibi için ne de koltuk aralıkları için söylemek mümkün. 9 saatlik bir uçuş, düşünmek için de iyi bir fırsat oluyor. Nereye gidiyoruz biz. 4 yılımızı nasıl bir yerde geçireceğiz. Pekin sokakları da bu uçağın içi gibi kokuyor. Nasıl bir hayata nasıl bir geleceğe doğru yol alıyoruz tam bilemiyorum. Ayaklarımı bir yere sığdıramadığımdan uykusuz iniyoruz alana. Hemen uçak çıkışında karşılanıyoruz. Dışarda pırıl pırıl bir hava. Sıcak sayılır.

Havaalanı ekspres yolundan , elçilik yerleşkesinin olduğu 3. Ring bölgesine gidiyoruz. Pekin'i dört bir tarafından çevreleyen bu çevre yollarından-ringlerden altı adet var. Birincisi, kentin tam göbeğindeki Yasak Kent'in çevresi sayılıyormuş, söyleyenlerin yalancısıyım.

Elçiliğe varıyoruz. Kapıda 24 saat , bir yükseltinin üstünde bekşeleyen, yaşı çocuk sayılabilecek bir asker. Her elçiliğin girişinde beklemedeler. İzlemesi zevkli, hele nöbet değişimlerinde. Bahçe büyük, arka tarafta lojman ve bizi 1 hafta kadar ağırlayacak olan misafirhane dairesi. Yerleşiyoruz. Daha ilk gün ama, hemen akşam bir yemeğe davetliyiz. Bir Hot Pot lokantası. Herkesin önüne bir ısıtıcının üzerinde birer kap geliyor. İçinde çeşitli otlarla dolu bir su kaynıyor. Masanın ortasında camdan ve dönebilen bir kısım var. Garsonlar buraya tabaklarla, sebzeler, noodlelar ve çok ince dilimlenmiş etler getiriyorlar. Siz bunlardan dilediğinizi alıp kaynayan suya bırakıyor, 5 dakika falan sonra çubuklarla mideye indiriyorsunuz. Hem lezzetli hem de eğlenceli bir yemek.

Bugün buraya varalı 2 hafta oluyor. Bu iki hafta, sadece bir koltuk takımı, fırın ve buzdolabından müteşekkil dairemizi, döşemekle, alışverişle geçti. Tek söyleyebileceğim, fiyatların Türkiye'nin çok çok altında olduğu. Dört yılın az bir süre olmadığını düşünerek, güzel ve dayanıklı şeyler alalım istedik, masraftan kaçınmamaya çalıştık. Yine de çok ucuza geldiler diyebilirim. Ziyaretimize gelenler görebilir.

Şehirin alışveriş yapılan yerleri hariç bir yerini göremedik. Mobilyacılar, beyaz eşyacılar, marketler ve restoranlar yani. Taksiler de ucuz. Açılışı 10 RMB'den yapıyorlar ki 1,5 YTL ediyor. Bir gece Tiananmen Meydanı'na uğrayabildik. Lara uçurtma uçurdu. İnsanlar da hem onu hem bizi seyrettiler. Bu seyretme olayı çok komik oluyor. Malum, herkes çekik gözlü ve düz saçlı. Kıvırcık Lara ilgi çekiyor. Bir de bazen kıyafetlerinden taşradan gelmiş oldukalrı anlaşılan birkaç Çinli gelip benim önüme dikiliyorlar ve beni yarı şaşkınlık yarı korku dolu gözlerle izliyorlar. Yani, şöyle bir kükreyip bir adım atsam kaçacaklar, belli.

İlk izlenimlerimiz olumlu. Doğal olarak insan burayı, hem vatanıyla hem de diğer tayinleriyle karşılaştırıyor. Görkemli bir şehir diyebilirim. Hem estetik, hem ultra modern. Çin Mucizesi neymiş anlıyorsunuz. Dev uyanıyor diyorlar ya, çoktan uyanmış bile.

Neyse, internete kavuşalı bir buçuk gün oldu. Daha uzun yazarım ve analatırım neden neredeyse hiç bir Çinlinin teyzesi, halası, dayısı ve amcası olmadığını, Sarı Ejderha'yı.

26 Eylül 2007

Türkiye'ye Veda Hazırlıkları


Daha ben İspanya izlenimlerimi bitiremeden, anlatamadan, sayfanın adına yakışan bir şekilde yollara düşmüştüm bile. İspanya dönüşü, Ayvalık, sonra Truva ve Gelibolu seyahatleri, İstanbul'a ve doğduğum kasaba Yeniceoba'ya veda ziyaretleri, en son olarak da eğitim dalışlarından sonra malesef 15 ay kadar ara verdiğimiz dalışlara geri dönmek için gittiğimiz Kalkan.

Yazacak çok şey var her biri ile ilgili, ancak, şu sıralar çok yoğun geçiyor. Lara'nın Pekin'de gideceği Lycee Français de Pekin'e kaydını yaptırdık. Tabi, okul ailede Franszıca bilen biri olmasını kayıt için ön şart koşmuştu. Bizim dili öğrenmeye hevesli olduğumuzu duyunca yaptılar kaydı. Ancak geçen ayın sonunda ben 1 kur Fransızca kursu almak için TÖMER'e başvurdum bile. Dün de sınavımı başarılı olarak geçip ilk kuru tamamladım. Tamamlanması gereken bir dolu iş var. Kredi Kartlarının bir kısmı iptal edildi. Notere gidildi vekaletnameler için. Cep telefonları ve digitürk abonelikleri bitirildi. Taze vesikalık fotoğraflar çekildi beyaz fona. Pasaport için başvuruldu. Yapılması gereken, hepatit ve grip gibi aşılar var. Lens takviyesi için göz doktoruna gidilecek. Lara'nın göz muyenesi tekrarlanıp yeni gözlük alınacak. Evdeki kırık iki sandalye tamir ettirelecek.

Yarın, üniversite grubuyla son kez yemeğe çıkacağım. Şimdilik Demet, Leman, Tuğrul Cem, Mustafa, Hakan ve Oğuz Göl gelişlerini teyit ettiler. Tolga, Şule ve Şakir'den haber bekliyoruz. Havva ve Eser mazeretleri yüzünden, Mübin de Adana'da olduğundan gelemiyorlar. Leyla'yı tekrar arayacağım.

Bir aksilik olmaz ise, Pekin'de daha fazla yazmaya çalışacağıma söz veriyorum.

05 Ağustos 2007

Cem, Joaquin ve Bubelo...

Hotel Milenio-ELCHE, Cem ve ben...

Madrid-Alicante treni...

ELCHE / ELX ÜZERİNDEN İSPANYA GÖZLEMLERİ 1


Sevgili Cem Tanrıkulu ile geçtiğimiz şubat ayı gibi Antalya'da tanışmıştık. Şık ayakkabı dükkanları olan ve sektörde yirmi yıla yakın deneyimi olan Cem, kalabalık bir ailenin üyesi. Şubat'ın Antalya'yı bile etkisine alan o soğuk günlerinde, çok güzel bir üç gün geçirtmişti bana. Kafasına koymuş, yurtdışında bağlantılar kurmak, hatta belki bir şirket sahibi olmak istiyor. Önce Arjantin ağırlıklı bir Güney Amerika projesi vardı konuştuğumuz. İlgisi sadece iş yüzünden değil, sanki Latin kültürüne de çok sıcak gibi.

Aradan , hiçbir iletişim kurmadığımız birkaç ay geçtikten sonra tekrar konuştuk ve bana İspanya ile ilgili projesinden bahsetti. Çok ilgimi çekti açıkçası. Benden İspanyolca çevirmenlik için destek istdi, hiç düşünmeden kabul ettim. Avrupa'da üretilen ayakkabıların yarısına yakını İspanya'nın güneydoğusunda Alicante'nin 15-20 km güneyinde Elche isimli bir kasabada ve çevresinde üretiliyormuş. Hedefimiz işte bu 300.000 nüfuslu küçük şehir.

Temmuz ayının 18'inde ben Ankara'dan, o Antalya'dan uçarak İstanbul Atatürk Havalimanı'nda buluştuk. İkimizi ve giydiklerimizi görenler, tatile çıktığımızı sanabilirdi. Cem'in uyarısı üzerine rahat ve yazlık şeyler giymiştim. İyi ki de öyle yapmışız, önümüzdeki bir hafta boyunca İspanya mevsim normallerinin oldukça üstünde bir sıcakla ve rutubetle boğuştu.

Havalimanında, oy vermeyi denedim, ama sandığım belli olduğu için ve yurt dışında yaşamadığım için oy kullanamadım. Neredeyse 8-9 yıldır oy vermek kısmet olmadı zaten.

Ucu ucuna uçağa yetiştik. Boş yer çoktu, Cem birazdan uyuyabilmek için arkalarda bir yere geçti. Ben kitap okudum, Skylife dergisine göz gezdirdim, ilk defa THY ile ülkelerarası uçuş yapmanın keyfine vardım. Servis gayet güzeldi.

İspanya saati ile 14.25'te Barajas'a indik. Çok şık bir havalimanı, hem estetik, hem kullanışlı. Metro hattı ile şehir merkezine kolayca ulaşabiliyorsunuz. Biz, RENFE adlı tren firmasının, havalimanındaki ofisinden Madrid-Alicante-Madrid gidiş-dönüş biletlerimizi aldık. En alt kata gidip, tren istasyonuna, yani Est. Chamartin'e gitmek üzere metroya atladık. Nuevos Ministerios durağında hat değiştirip istasyona ulaştık. Trenin kalkmasına çok vardı, bir Burger King'te hamburgerlerimizi yedik. Çalışanların güney amerika aksanları hemen belli oluyordu. Zaten , daha birkaç saattir burada olmamıza rağmen, etrafta oldukça fazla göçmen farkediliyordu. Özellikle Peru ve Bolivyalılar hem koyu tenleriyle hem de vücut yapılarıyla kolayca ayırtedilebiliyor.

Kalkış saati geldiğinde vagonumuza yerleştik. Bizim ülkemizdekilerle karşılaştırıldığında, çok konforlu ve dakikler. Hızlı tren olmamamsına rağmen 100-150 km/saat arasında bir hızla gittik. Klimalı, kapalı devre DVD yayınlı vagonlara bayıldım valla. Yol boyunca sağlı sollu üzüm bağlarını seyrettik. Yolcuların büyük çoğunluğunu neden bilmem elli yaşın üstündeki insanlar oluşturuyordu.

Gece 22.40'ta Alicante'ye vardık. Bizi, Cem'in orada birlikte çalışacağı Joaquin ile onun kayınbiraderi Bubelo karşıladılar. Araba ile onbeş dakikada Elche'ye vardık. Otelimize eşyaları bırakıp, bir şeyler yemek üzere birlikte dışarı çıktık. Hoş bir restoranda oturduk. Deniz ürünleri ağırlıklı bir yemek ve Sangria ile keyfim yerine geldi ve yolculuğun ve sıcağın verdiği yorgunluktan bir nebze olsun kurtuldum. Joaquin'in babası Bata ayakkabılarının Çin sorumlusu imiş, ortak bir nokta bulunca sohbet de ısındı. Masamıza servis yapan garson Türk olduğumuzu görünce, okumakta olduğu kitabı tezgahın arkasından çıkarıp getirdi. Orhan Pamuk ve İstanbul. Kitapta aldığı notları, İstanbul'u görmemiş olsa bile, sanki oraları çok iyi tanıdığını anlattı. Gururlandım.

Otele dönüp, çantalarımızı boşaltıp hemen yattık.

27 Haziran 2007

Aksaray'da Sıcak Bir Gece


Pazar gecesi geldim, Balküpü Şeker Fabrikası'nın bir nevi misafirhane gibi kullandığı özel öğrenci yurduna. Gayet temiz, düzenli ve yeni bir bina. Güleryüzlü yöneticileri var. Aşçı da yeni değişmiş; geçen iki ziyaretimde olduğundan lezzetli ve bol yemekler yiyebiliyorum. En yakın alışveriş mekanı, Aksaray-Adana karayolu üzerindeki bir benzinliğin küçük marketi. Yurdun , şehrin Konya yolu üzerindeki dış mahallerinden birinde olması yüzünden , akşam yediden sonra yapacak bir şeyiniz olmuyor. Televizyon, yemekhanenin de bulunduğu zemin katta. Yemek de saat yedi bilemedin yedi buçuk gibi bitince, geriye odada kitap okumaktan başka bir şey kalmıyor. Sağolsun Selim Abi sayesinde, -kulakları çınlasın- er Can'ın bilgisayarı, hem fabrkada iş saatlerinde yaptığım İspanyolca çevirilerde, hem de akşamları yurtta hayatımı renklendirdi. Biraz önce de internet bağlantısı yapabileceğim bir odaya taşındım, değme keyfime.

25 Haziran 2007

KASIM'DA PEKİN'DEYİZ...

Aslında yazılacak tonla şey var. Ama, yine klasik tembellik nedeniyle kısa bir özet vereceğim.

Geçtiğimiz Mart ve Nisan aylarında, yaşadığım ilginç ve yorucu Hızlı Tren macerasından sonra, İspanyolca çevirmenliği ünvanını daha sık kullanmaya başladım. Şansım açıldı. Bu senenin başlarında, Antalya'ya gitmiş, ayakkabı sektörüyle meşgul bir işadamı olan Cem Bey'le tanışmış ve onun İspanya ve Latin Amerika pazarları ile ilgili projelerinde çevirmen olarak çalışmak üzere sözleşmiştim. Ancak birkaç ay kendisinden bir haber alamayınca, projelerin ertelendiğini düşünmüştüm. Bodrum'da Didem ve Lara ile tatildeyken aradı, düşündüklerinin Latin Amerika kısmını şimdilik sonraya bıraktığını, İspanya'daki bir fuara katıldığını ve Elche(Elxe) şehrinde bir firma kurmayı planladığını söyledi. Sanırım temmuz ayı ortalarında birlikte oralara bir ziyaret görünüyor.

Şu satırları , son bir ay içinde 3. kez geldiğim Aksaray'dan yazıyorum. Polatlı'da birlikte çalıştığım çevirmen arkadaşım Mert, buradaki Balküpü Şeker Fabrikası yöneticilerine beni tavsiye etmiş. Fabrika, İspanya'dan sökülmüş ve burada Aksaray'ın 35 km dışında yeniden inşa edilmiş bir süre önce. Bir kez bir İspanyol mühendis için, bir kez de yazılı teknik dökümanlar için geldim. Bugün elektrik projeleri ile ilgili çeviriler yapıyorum. Yarın bir haftalığına iki İspanyol mühendis geliyor. Bir tanesi daha önce de çalıştığım Juan Hermida.

Özetin sonunda ise büyük haber. İkinci tayin noktamız sonunda belli oldu. Çin'in başkenti Pekin. Bir aksilik olmazsa Ekim ayı ortalarında önümüzdeki 4 yılımızı geçireceğimiz evimiz olacak. Lojmanı olması şimdilik en önemli avantaj. Çince ise en önemli sıkıntı. Lara'yı vermeyi düşündüğümüz Fransız okulunun aileden birisinin Fransızcayı biliyor olması veya en azından öğrenmek istiyor olması şartı nedeniyle Fransızca da öğrenmeye başlayacağım.

Neyse, bu sefer bizi Arjantin'deyken ziyarete gelmeyenlere duyurulur.

NOT: Çin ve Pekin ile ilgili ayrıntılar ilerde.

22 Mayıs 2007

Fernando, Hızlı Tren ve ben...


Justo Carretera - Un Hombre de Extremadura


Son üç hafta beraber çalıştığım ve yaşadığım kötü günleri unutmamda faydası olan sevgili Justo.

Fotoğrafı çeken: Mert Yağcı
Taşeron firmanın, inanılmaz renkli, hazırcevap, cin fikirli ama çalışkan ekip şeflerinden Mükerrem-Mükremin.

Fotoğrafı çeken : Mert Yağcı

Gerçekten zorlu hava şartlarında çalıştık hep birlikte. Soğuklar, çamurlar, sürekli geçen kamyonlarla kalkan tozlar, sıcaklar, yazı beklemeden ortaya çıkan yapışkan sinekler, bizleri Polatlı-Sivrihisar arasında , Orta Anadolu'nun bu bereketsiz topraklarında zorladı.

Bu da Mert...

Diğer çevirmen arkadaşım Mert.

Uzun Bir Aradan Sonra...

Hayatımın en zorlu, en yorucu iş deneyimden çıkalı neredeyse üç hafta oldu. Ancak, eski hayatıma adapte olmam bayağı uzun sürdü. Kelimelerle anlatılamaz bir 2 ay geçirdim. Güzellikleriyle, şanssızlıklarıyla, kazalarıyla, yeni dostluklarıyla dolu bir iki ay. Her gün aklıma şunu da yazayım dediğim yüzlerce şey geliyordu.

Nereden başlayayım bilmem ki. En baştan tabi.

Üyesi olduğum bir mesajlaşma grubundaki telefonu arayıp, "İspanyolca çevirmeni arıyormuşsunuz?" dememle başladı herşey. Telefondaki Didem Hanım'la ise hemen iki gün sonra tanıştım. Polatlı'da bir ofisi olan bir İspanyol firmasına gittim. Didem Hanım, beni proje müdürü Fernando ile tanıştırdı. Ne projesi mi? Ankara-Eskişehir Hızlı Tren Projesi. Yeri gelmişken belirteyim ki. Bir diğer sekreter Ayşegül Hanım'la birlikte, Didem Hanım ve Fernando, benim çok zor anlar yaşadığım zamanlardaki destekleri, defalarca işi bırakma kararımdan dönmemdeki en önemli etkenlerdi. Eğer bu sayfaları okuyorlarsa yürekten sevgiler.

İlk gün, daha sonra beş haftamı geçireceğim insan müsvettesi Paco ile çalışacağım söylendi. Şimdi uzun uzun onunla geçirdiğim rezil günleri yazmak istemiyorum. Çünkü tekrar tekrar yaşamak istemiyorum o kötü şeyleri.

En iyisi burada güzellikleri paylaşmak. En başta böyle muhteşem bir projenin, çok küçük de olsa bir parçası olmak son derece gurur verici. yapılan iş çok zorlu, çok zahmetli ve çok ince. Yani kısacası bir sürü "ÇOK" var içinde.

25 Şubat 2007

Weblog özürlü olmak...


Söylüyorum da kimseyi inandıramıyorum ki. Tembelim kardeşim, tembel. Ha, son altı yıldır çalışmadığımdan değil ; ondan çok önceleri de
hatta Abbott'ta çok yoğun iş temposu içinde koştururken bile tembellik kanımdaydı.

Günlerdir, itiraf edeyim, iki aydır tek kelime yazmamışım sayfaya. Sadece okuduğum kitapları güncellemişim. Sanki sık sık yazıyormuşum gibi, iki yeni sayfa daha hazırlamışım.

Peki son iki ayda ne oldu. Aralık ayı sonlarında biten BAŞATDER'deki yemek kursunda, gönüllü şef asistanı olarak çalışmaya başladım. Şubat'ın başına kadar beş ayrı şefle birlikte olma şansını kazandım. İnanılmaz şeyler öğrendim. Bir sürü insanla tanıştım. Dernek yönetimi ile çok yakınlaştım. Sekreterlerinin ayrılmasından sonra birkaç gün sekreterlik bile yaptım. Yeri geldi bulaşık yıkadım, yeri geldi yemek notlarını yazıya döktüm. Türk ve Dünya mutfağından yemekler ve tatlılar öğrendim. Unlu Mamuller dersinde su börekleri, mekik kekler, poğaçalar tattım. Kilo almamak için yoğun bir mücadele verdim ve az da başarılı oldum. Son derece zevkli günler geçirdim kısacası. Sheraton Hotel, Keklik, Budakaltı, Etap Altınel Otel, Hotel Ambassadore ve Wok gibi gözde yerlerin şefleriyle mutfağı paylaşmak çok şeyler kazandırdı doğal olarak.

Diğer önemli gelişme ise, 4-2-4 'lerin ikinci dördü için yaptığımız tercihlerdi. Önümüzdeki dört yılı büyük ölçüde belirleyecek olan listeden sekiz destinasyon seçtik. Tabi Arjantin 'den geldiğimizden dolayı, bu kez daha zor yerler arasından yaptık seçimlerimizi. Tabi seçim sınırları daralınca, çok da zorlanmadık diyebilirim.

Nisan ayı gibi belli olacak bir sonraki durak. Hemen paylaşacağım bu sayfada sonucu. Şimdilik tek söyleyebileceğim doğu yarımküreden bir nokta olacağı.