05 Ağustos 2007

ELCHE / ELX ÜZERİNDEN İSPANYA GÖZLEMLERİ 1


Sevgili Cem Tanrıkulu ile geçtiğimiz şubat ayı gibi Antalya'da tanışmıştık. Şık ayakkabı dükkanları olan ve sektörde yirmi yıla yakın deneyimi olan Cem, kalabalık bir ailenin üyesi. Şubat'ın Antalya'yı bile etkisine alan o soğuk günlerinde, çok güzel bir üç gün geçirtmişti bana. Kafasına koymuş, yurtdışında bağlantılar kurmak, hatta belki bir şirket sahibi olmak istiyor. Önce Arjantin ağırlıklı bir Güney Amerika projesi vardı konuştuğumuz. İlgisi sadece iş yüzünden değil, sanki Latin kültürüne de çok sıcak gibi.

Aradan , hiçbir iletişim kurmadığımız birkaç ay geçtikten sonra tekrar konuştuk ve bana İspanya ile ilgili projesinden bahsetti. Çok ilgimi çekti açıkçası. Benden İspanyolca çevirmenlik için destek istdi, hiç düşünmeden kabul ettim. Avrupa'da üretilen ayakkabıların yarısına yakını İspanya'nın güneydoğusunda Alicante'nin 15-20 km güneyinde Elche isimli bir kasabada ve çevresinde üretiliyormuş. Hedefimiz işte bu 300.000 nüfuslu küçük şehir.

Temmuz ayının 18'inde ben Ankara'dan, o Antalya'dan uçarak İstanbul Atatürk Havalimanı'nda buluştuk. İkimizi ve giydiklerimizi görenler, tatile çıktığımızı sanabilirdi. Cem'in uyarısı üzerine rahat ve yazlık şeyler giymiştim. İyi ki de öyle yapmışız, önümüzdeki bir hafta boyunca İspanya mevsim normallerinin oldukça üstünde bir sıcakla ve rutubetle boğuştu.

Havalimanında, oy vermeyi denedim, ama sandığım belli olduğu için ve yurt dışında yaşamadığım için oy kullanamadım. Neredeyse 8-9 yıldır oy vermek kısmet olmadı zaten.

Ucu ucuna uçağa yetiştik. Boş yer çoktu, Cem birazdan uyuyabilmek için arkalarda bir yere geçti. Ben kitap okudum, Skylife dergisine göz gezdirdim, ilk defa THY ile ülkelerarası uçuş yapmanın keyfine vardım. Servis gayet güzeldi.

İspanya saati ile 14.25'te Barajas'a indik. Çok şık bir havalimanı, hem estetik, hem kullanışlı. Metro hattı ile şehir merkezine kolayca ulaşabiliyorsunuz. Biz, RENFE adlı tren firmasının, havalimanındaki ofisinden Madrid-Alicante-Madrid gidiş-dönüş biletlerimizi aldık. En alt kata gidip, tren istasyonuna, yani Est. Chamartin'e gitmek üzere metroya atladık. Nuevos Ministerios durağında hat değiştirip istasyona ulaştık. Trenin kalkmasına çok vardı, bir Burger King'te hamburgerlerimizi yedik. Çalışanların güney amerika aksanları hemen belli oluyordu. Zaten , daha birkaç saattir burada olmamıza rağmen, etrafta oldukça fazla göçmen farkediliyordu. Özellikle Peru ve Bolivyalılar hem koyu tenleriyle hem de vücut yapılarıyla kolayca ayırtedilebiliyor.

Kalkış saati geldiğinde vagonumuza yerleştik. Bizim ülkemizdekilerle karşılaştırıldığında, çok konforlu ve dakikler. Hızlı tren olmamamsına rağmen 100-150 km/saat arasında bir hızla gittik. Klimalı, kapalı devre DVD yayınlı vagonlara bayıldım valla. Yol boyunca sağlı sollu üzüm bağlarını seyrettik. Yolcuların büyük çoğunluğunu neden bilmem elli yaşın üstündeki insanlar oluşturuyordu.

Gece 22.40'ta Alicante'ye vardık. Bizi, Cem'in orada birlikte çalışacağı Joaquin ile onun kayınbiraderi Bubelo karşıladılar. Araba ile onbeş dakikada Elche'ye vardık. Otelimize eşyaları bırakıp, bir şeyler yemek üzere birlikte dışarı çıktık. Hoş bir restoranda oturduk. Deniz ürünleri ağırlıklı bir yemek ve Sangria ile keyfim yerine geldi ve yolculuğun ve sıcağın verdiği yorgunluktan bir nebze olsun kurtuldum. Joaquin'in babası Bata ayakkabılarının Çin sorumlusu imiş, ortak bir nokta bulunca sohbet de ısındı. Masamıza servis yapan garson Türk olduğumuzu görünce, okumakta olduğu kitabı tezgahın arkasından çıkarıp getirdi. Orhan Pamuk ve İstanbul. Kitapta aldığı notları, İstanbul'u görmemiş olsa bile, sanki oraları çok iyi tanıdığını anlattı. Gururlandım.

Otele dönüp, çantalarımızı boşaltıp hemen yattık.

Hiç yorum yok: