17 Mart 2009

TAYLAND - 5

Çinlilerle ortak bir özellikleri var bu Taylandlıların. Bilmiyorum , belki de bütün güneydoğu asyalılarla aynı bir özellik belki. Yemek evde yapılmıyor, dışarda, köşe başındaki tezgahta yeniyor. Böylesi daha kolay, daha ucuz hatta. Bangkok'un sadece turistik yerlerine özgü sanmayın sakın bu durumu. Turistlerden uzaklaşıldıkça daha çok bile görebilirsiniz bu tezgahları. Tropik meyveler, kızgın yağda kızartılmış deniz ürünleri, muzlar, hamur işleri vs. Pekin'de, buna benzer yerlerde bir şeyler yiyebilmek, benim gibi pisboğaz birisi için bile zor iken, Bangkok'ta daha cesur ve istekli olduğumu söyleyebilirim. Bir kere, en başta meyveler bir harika. Benim favorim her zamanki gibi mangosteen. Ama lychee (ya da ramboutan), minik muzlar, elma+armut karması meyveler ve daha ismini bilmediğim meyveler arasında , insan hangisini yiyeceğini şaşırıyor.

Biz de bir saat kadar sürecek nehir gezimizin az öncesinde bu envai çeşit meyden torbalarla alıyoruz.



07 Mart 2009

TAYLAND - 4


TAYLAN - 3

















TAYLAND - 2

eya

O gece uykumuzu aldık. Hem de yol yorgunu olmamıza, iklim değişikliğine rağmen. Kolay mı; arkamızda karlı bir Pekin bırakıp sıcak Bangkok'a inmek. Neyse, ertesi sabah dokuzbuçuk gibi Eddy geldi, taksiye atladık. İlk durak Krallık Sarayı. Ben bermudalıyım, sarayın kapısında üzerimi değişeceğim. Saraydan içeriye kolsuz tişört, atlet, göbeği açıkta bırakan giysiler, şort veya bermuda, yırtık pantalon, tayt veya mini etek gibi , bu önemli yere saygısızlık olarak kabul edilen giysilerle girmek yasak. Akşamları giyerim diye getirdiğim yegane bir kot pantalonum vardı, onu giydim. Otuz küsur derecede onunla dolaştım valla. Gerçi sarayın bahçesine hepsi bir örnek gri keten pantalonlu turistler görünce anladık ki, az

bir paraya kapı girişinde şortunuzun, bermudanızın üzerine giyebileceğiniz, sizi ter ve pişik içinde bırakmayacak pantalonlar satın alınabiliyormuş. Aşkolsun Chiang Mai'lı Eddy, neden söylemedin bunu.

Muhteşem bir yapı. Çeşitli tapınaklar, sunaklar ve son derece düzenli ve temiz bir bahçe. Her ulustan yüzlerce turistin içinde, onlarca poz fotoğraf çekerek ilerledik. Tek kare alamadığım mekan, saray kompleksinin içindeki Emerald Buddha tapınağı oldu. Onun dışında mavi gökyüzünün de sağladığı ışıkta güzel pozlar çekmek kısmet oldu.

02 Mart 2009

TAYLAND - 1


Önce yağmur yağdı, kurak geçen bir kışın, ardından. Sonra kar yağdı. Birbuçuk yıldır Pekin'in havasını tanımış olmanın şımarıklığı ile , sabah görünce karın başladığını, bu kar tutmaz dedim. Aynı günün öğleden sonrası, acaba açık bir lastikçiden birkaç günlüğüne kar lastiği alabilir miyim diye kendime soruyordum. Neyse, ben nasıl olsa bir-iki güne kalmaz Bangkok'a uçuyor olacağım dedim kendi kendime.

Eksi bilmem kaç derecedeki bir Pekin akşamında havalandık Air China'nın bilmem kaç uçuş numaralı uçağı ile. Yanımıza aldığımız beş kitaptan ilkine hafiften başladım uçakta: KARA DEVRİM. İsmini ilk duyduğum Alp Atalar'dan Türkiye'nin İran'dan bile beter bir şeriat devriminin ardından sonraki dönemine ait bir roman. Bir solukta yarıladım kitabı , daha Suvarnabhumi Havaalanı'na varmadan. İner inmez yüzümüzde hissettik otuz küsur derecelik sıcaklığı ve rutubeti. Eddy bekliyordu hemen çıkışta. İsmail Albay'ımın bizden önceki Tayland gezisinde tanıştıkları turist rehberi Eddy. Daha sonraki günler biz de çok sevecektik onu, ama tabi o an bunları nereden bilecektik değil mi? Bizi bir üst kattaki çıkış kapısından çıkartıp, daha ucuz ve taksimetreli bir taksiden faydalandırarak ilk maharetini sergiledi rehberimiz.

Akşam çökmüştü şehrin üzerine. Bu yüzden pek bir fikir edinemedik Bangkok üzerine. Olsun, ne kadar geniş bir alana yayılmış olduğunu anlamak için gün ışığına ihtiyaç yoktu. Didem, yaklaşık on sene önce gelmişti buralara annesiyle. O zamandan bu yana altı milyondan oniki milyona çıkmış nüfusu şehrin, Eddy'nin yol boyu bize aktardığına göre. Sekseniki yaşındaki Bhumibol Adulyadej'in altmışüç yıldır kral olarak hüküm sürdüğü ülkenin nüfusu altmışiki milyonmuş. O konuşurken ben zehir soluduğumuz Pekin havasından sonra, daha ineli bir saat bile olmamış iken ne kadar rahat nefes alabildiğimi düşünüyordum. Otele yaklaşırken ilk kez yüzleştik Bankok trafiği ile. Ki dört gün sonra Floating Market'ten şehre dönerken daha iyi anlayacağımız bir trafikten bahsediyorum. Her ne kadar Taylandlı sürücüler, Çinlilere oranla çok daha iyi araba kullanıyor olsalar da, yolların darlığı ve şehrin dağınıklığı karmaşayı artırıyor.

Neyse , biz otelimize vardık, Eddy'ye bir ertesi güne kadar veda ettik. Eşyalarımıza odamıza bıraktık. Kendimizi, otelin de bir parçasını oluşturduğu alışveriş merkezine attık. Açtık, bense Thai yemeklerine açtım. Hemen küçük ve mütevazi bir restorana oturduk. Siparişlerimiz verdik. Didem'in Thai mutfağından hoşlanmamasına, Lara'nın ise yaşı itibariyle acıdan hazzetmemesine rağmen beni kırmadılar. Bana göre müthiş bir yemekti. Gözlerimdeki acı(!) ve mutluluk yaşlarını üstünkörü silip, biraz dolaşmak üzere koridorlara vurduk kendimizi. Arkasından otele dönüş ve ertesi güne hazırlık.