29 Ağustos 2009

Nami Çağatay

Sana Bir Tepeden Baktım...

Herkes Hazırsa Başlayalım

Hadi , Çabuk Eve, Oyalanmayın















Zaten biliyorsundur. Her yaz gidersin Ayvalığa. Ara sokaklarının, dar sokaklarının, hala bozulmadığını, turizmin getirdiği şehirli, bencil ve aceleci kalabalıklarının özünü yokedemediğini biliyorsundur. Yaşlı bir akasyanın gölgesinde yürüyen, gözleriyle ayrıntılarını tarıyan fotoğrafçıları görürsün. Nedir aradıkları? Ayvalık'ın ölümsüz ruhu mu? Tozlu dükkanında elindeki pantalonun söküklerini kalın camlı gözlüğü ile tamir eden terziyi mi? Kiliseden çevrilmiş, bahçesinde, duvar dibinde dinlenen, şortlarıyla, terlikleriyle oraya gelen turistleri seyreden yaşlılarını mı? Sakızlı kurabiye satan pastanenin önündeki kalabalıkları mı?

AYVALIK

28 Temmuz 2009

YASAKLAR

Evet, malesef 17 Mart 2009'dan bu yana, Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içindeyken ne bu sayfaya, ne Youtube'a ne de fotoğraflarımı sevdiklerimle paylaştığım Facebook'a erişim olanağı bulamadım. Teessüflerimi ilgili makamlara iletirim, onlar alırlar bu mesajımı.
Neyse, iki ay kadar Türkiye'deyim; bir başka yasaklar ülkesinde yani. Buradayken bir şeyler yazıp, birkaç fotoğraf ekledim, ekledim. Yoksa bu şansı bir daha ne zaman yakalarım bilmem.

17 Mart 2009

TAYLAND - 5

Çinlilerle ortak bir özellikleri var bu Taylandlıların. Bilmiyorum , belki de bütün güneydoğu asyalılarla aynı bir özellik belki. Yemek evde yapılmıyor, dışarda, köşe başındaki tezgahta yeniyor. Böylesi daha kolay, daha ucuz hatta. Bangkok'un sadece turistik yerlerine özgü sanmayın sakın bu durumu. Turistlerden uzaklaşıldıkça daha çok bile görebilirsiniz bu tezgahları. Tropik meyveler, kızgın yağda kızartılmış deniz ürünleri, muzlar, hamur işleri vs. Pekin'de, buna benzer yerlerde bir şeyler yiyebilmek, benim gibi pisboğaz birisi için bile zor iken, Bangkok'ta daha cesur ve istekli olduğumu söyleyebilirim. Bir kere, en başta meyveler bir harika. Benim favorim her zamanki gibi mangosteen. Ama lychee (ya da ramboutan), minik muzlar, elma+armut karması meyveler ve daha ismini bilmediğim meyveler arasında , insan hangisini yiyeceğini şaşırıyor.

Biz de bir saat kadar sürecek nehir gezimizin az öncesinde bu envai çeşit meyden torbalarla alıyoruz.



07 Mart 2009

TAYLAND - 4


TAYLAN - 3

















TAYLAND - 2

eya

O gece uykumuzu aldık. Hem de yol yorgunu olmamıza, iklim değişikliğine rağmen. Kolay mı; arkamızda karlı bir Pekin bırakıp sıcak Bangkok'a inmek. Neyse, ertesi sabah dokuzbuçuk gibi Eddy geldi, taksiye atladık. İlk durak Krallık Sarayı. Ben bermudalıyım, sarayın kapısında üzerimi değişeceğim. Saraydan içeriye kolsuz tişört, atlet, göbeği açıkta bırakan giysiler, şort veya bermuda, yırtık pantalon, tayt veya mini etek gibi , bu önemli yere saygısızlık olarak kabul edilen giysilerle girmek yasak. Akşamları giyerim diye getirdiğim yegane bir kot pantalonum vardı, onu giydim. Otuz küsur derecede onunla dolaştım valla. Gerçi sarayın bahçesine hepsi bir örnek gri keten pantalonlu turistler görünce anladık ki, az

bir paraya kapı girişinde şortunuzun, bermudanızın üzerine giyebileceğiniz, sizi ter ve pişik içinde bırakmayacak pantalonlar satın alınabiliyormuş. Aşkolsun Chiang Mai'lı Eddy, neden söylemedin bunu.

Muhteşem bir yapı. Çeşitli tapınaklar, sunaklar ve son derece düzenli ve temiz bir bahçe. Her ulustan yüzlerce turistin içinde, onlarca poz fotoğraf çekerek ilerledik. Tek kare alamadığım mekan, saray kompleksinin içindeki Emerald Buddha tapınağı oldu. Onun dışında mavi gökyüzünün de sağladığı ışıkta güzel pozlar çekmek kısmet oldu.

02 Mart 2009

TAYLAND - 1


Önce yağmur yağdı, kurak geçen bir kışın, ardından. Sonra kar yağdı. Birbuçuk yıldır Pekin'in havasını tanımış olmanın şımarıklığı ile , sabah görünce karın başladığını, bu kar tutmaz dedim. Aynı günün öğleden sonrası, acaba açık bir lastikçiden birkaç günlüğüne kar lastiği alabilir miyim diye kendime soruyordum. Neyse, ben nasıl olsa bir-iki güne kalmaz Bangkok'a uçuyor olacağım dedim kendi kendime.

Eksi bilmem kaç derecedeki bir Pekin akşamında havalandık Air China'nın bilmem kaç uçuş numaralı uçağı ile. Yanımıza aldığımız beş kitaptan ilkine hafiften başladım uçakta: KARA DEVRİM. İsmini ilk duyduğum Alp Atalar'dan Türkiye'nin İran'dan bile beter bir şeriat devriminin ardından sonraki dönemine ait bir roman. Bir solukta yarıladım kitabı , daha Suvarnabhumi Havaalanı'na varmadan. İner inmez yüzümüzde hissettik otuz küsur derecelik sıcaklığı ve rutubeti. Eddy bekliyordu hemen çıkışta. İsmail Albay'ımın bizden önceki Tayland gezisinde tanıştıkları turist rehberi Eddy. Daha sonraki günler biz de çok sevecektik onu, ama tabi o an bunları nereden bilecektik değil mi? Bizi bir üst kattaki çıkış kapısından çıkartıp, daha ucuz ve taksimetreli bir taksiden faydalandırarak ilk maharetini sergiledi rehberimiz.

Akşam çökmüştü şehrin üzerine. Bu yüzden pek bir fikir edinemedik Bangkok üzerine. Olsun, ne kadar geniş bir alana yayılmış olduğunu anlamak için gün ışığına ihtiyaç yoktu. Didem, yaklaşık on sene önce gelmişti buralara annesiyle. O zamandan bu yana altı milyondan oniki milyona çıkmış nüfusu şehrin, Eddy'nin yol boyu bize aktardığına göre. Sekseniki yaşındaki Bhumibol Adulyadej'in altmışüç yıldır kral olarak hüküm sürdüğü ülkenin nüfusu altmışiki milyonmuş. O konuşurken ben zehir soluduğumuz Pekin havasından sonra, daha ineli bir saat bile olmamış iken ne kadar rahat nefes alabildiğimi düşünüyordum. Otele yaklaşırken ilk kez yüzleştik Bankok trafiği ile. Ki dört gün sonra Floating Market'ten şehre dönerken daha iyi anlayacağımız bir trafikten bahsediyorum. Her ne kadar Taylandlı sürücüler, Çinlilere oranla çok daha iyi araba kullanıyor olsalar da, yolların darlığı ve şehrin dağınıklığı karmaşayı artırıyor.

Neyse , biz otelimize vardık, Eddy'ye bir ertesi güne kadar veda ettik. Eşyalarımıza odamıza bıraktık. Kendimizi, otelin de bir parçasını oluşturduğu alışveriş merkezine attık. Açtık, bense Thai yemeklerine açtım. Hemen küçük ve mütevazi bir restorana oturduk. Siparişlerimiz verdik. Didem'in Thai mutfağından hoşlanmamasına, Lara'nın ise yaşı itibariyle acıdan hazzetmemesine rağmen beni kırmadılar. Bana göre müthiş bir yemekti. Gözlerimdeki acı(!) ve mutluluk yaşlarını üstünkörü silip, biraz dolaşmak üzere koridorlara vurduk kendimizi. Arkasından otele dönüş ve ertesi güne hazırlık.

12 Şubat 2009

Günlerden Yağmurlu Bir Perşembe


Bir süredir perşembeleri yoğun geçiyor. Bu hafta başı, Alliance Français'de Fransızca maceramın 7 ve 8. kurları başladı. İki öğretmen sistemi devam ediyor. Pazartesi ve salı Marie isimli, daha önce hiç görmediğim, disiplinli, tipik bir Fransız, perşembe ve cuma 4. kurdan beri tanıdığım Olivier ile devam ediyoruz. Olivier, bir önceki kursun son gününde, Fransa'dayken tattığı ve bayıldığı lokumdan sipariş vermişti. Kayınvalidem almış ve yollamış, çok sevindi Olivier; sanırım kız arkadaşına hediye olarak verecek lokum'u. Sınıfta benim gibi, çocukları Lycee Français'de olan iki kişi daha var. Ders arasında biraz sohbet ettik. İyice ev hanımına dönüşüyorum; sanırım "Sex and the City" izlemeye biraz ara vermenin zamanı geldi. Hafta sonları, gecenin bir yarısı online seyrettiğim Fenerbahçe maçları da olmasa yandığımın resmidir valla.

Dersin ardından hızla Lara'nın okul çıkışına yetiştim, yemeğimizi yiyip, sorumlu bir anne gibi (yoksa baba mıydı?) önce yarım saatlik piyano dersine, sonra bir saatlik bale sınıfına götürdüm kıvırcığı. O baldeyken , okulun hemen karşısındaki kafelerden birisine girdim. Yine sorumluluk örneği göstererek, önce bu akşamki Çince dersine ait ödevimi, sonra Fransızca ödevlerimi yaptım. Kahvemi bitirirken, zevkle Oyungezer'in Ocak sayısını okudum. GTA IV ile ilgili harika incelemeler ve tam çözüm rehberi vardı, bayıldım. En kısa zamanda PS3 oyunlarının toplu alımını gerçekleştirmem lazım. Elimde oyun kalmadı neredeyse. Toplu alırsam iyi indirim alma şansım yüksek. PS3 oyunları Pekin'de de pahalı, ama Türkiye'de ucuz oldukları kesin.

Bugün , aylardan sonra yağmur gördü Pekin sokakları. Çin'in kuzeyi, son 50 yılın en kötü kuraklığıyla uğraşmakta. Bu kış ne kar gördük ne de yağmur, tabi bugüne kadar. Lara'nın deyimiyle ağaçlar ve diğer bitkiler mutlu, sokaklar temiz.

13 Ocak 2009

















İki karıştı buz. Buzun üzerinde bir başınaydı, yürüyordu. Tam ortasına geldi gölün. Soğuktu rüzgar, keskindi. Kulakları sızladı, burnu sızladı, gözlerini kapadı. Gözünden iki damla yaş düştü iki karış gri buza. Hava donmuştu buzun içinde; balıklar donmuştu, minik , sarı balıklar. Diz çöktü adam. Elindeki kırmızı gelinciği bıraktı buzun üzerine. Gözyaşı asit gibi eritti, içine işledi buzun . Adam bir başınaydı, altında altın sarısı balıklar.

Gözyaşı balığı kurtardı, buzu çözdü. Çiçek dondu, hapsoldu içine iki karış buzun. Bir başınaydı gözü yaşlı adam.

Keskin bir rüzgar vardı. Adam yürüdü. Balık derinlere indi, balık altın sarısı, gelncik kan kırmızı ve adam bir başınaydı.

ŞEYLER, ÇİNLİ ŞEYLER 1






















Çin'de mobilyaları görüp de etkilenmemek mümkün değil. Son derece ince bir işçilikle, emekle yapılmış, yüzlerce yıılık bir geçmişi olan bu mobilyaların en tipiklerinden birisi , belki de ilk göze çarpanı işte bu sandalyeler. Çinlilerce gücün sembolü olmuş bu sandalyeler üç kategoriye ayrılıyor. İlki yandaki fotoğrafta bir örneğini gördüğünüz , kol dayanma yerleri olan ve sırtı çember biçimli olanı. Bu tür sandalye tümüyle imparatorluk ailesine ait olan tür. İmparator ava çıktığında, hizmetlilerinden birisi sırtında sandalyesi ile onu takip edermiş, istediğinde oturup dinlenebilsin diye.


İkinci tür sandalye daha sert bir çeşit ağaçtan imal ediliyor ve sırt kısmı yuvarlak değil düz bir forma sahip ve kol dayanan kısmı ise daha genişçe. Genellikle eğitim gören öğrenciler kullanıyor.

Düz sırtlı ancak kol dayama yeri olmayan üçüncü tür sandalye, daha basit özelliklere sahip ve vasıfsız ağaçlardan üretiliyormuş. Çin'in kuzeyindeki kırsal alanlarda halen kullanımakta.