06 Ekim 2006

Geçen Yaza Özlem... *

Neydi bu kadar içimi daraltan? Havadaki nem mi, boşluk hissi mi? Sıkıntıyı tarif edememenin çaresizliği mi? Hepsi, bunların hepsi. Bir sürü de ıvır zıvır işte. Saçma sapan bir seyri olan hastalıklar. Amaçsız uyandığın, boş günler ve bir türlü ulaşamadığın arkadaşlar. Anlatamadığın duygular, çizilemeyen resimler, yapılamayan yemekler, gidilemeyen yerler. Koca bir hayatı, sadece zamanı doldurmakla geçirmeye çalışmak. "Bitse de gitsek" 'ler.

Dertsizliğin boğuculuğu ile nefes almaya çalışıyorum. Hava ise boğdukça boğuyor insanı. Yağsana yağmur, yağ artık.

Ah, bir yaz gelse; atsam kendimi denizin kıyısına, kitap okusam aralıksız saatler boyu, burnumda iyot kokusu. Akşama mangal yakalım, balık ya da et. Sulu sulu şeftali olsun masada, üzüm de karpuz da. Kayınpederle birer kadeh rakı bir de. Geceleri uyuyamayayım sıcaktan, sivrisinekten. Sabahları uyanayım, terden sırılsıklam. Alınamamış, bütün bir yaz da alınamayacak uykunun tatsızlığı. Kahvaltıda taze kaymak, yanında da dumanı üstünde gazete. Bomboş geçireyim günü. Belki İmren'den alınmış ve sürekli tırtıklanan lor tatlısı, irileri çıkmışsa ve fiyatı da uygunsa karides mangal için. Sonra hemen koşmalıyım kitabımın başına, hangi sayfada kalmışsam oraya.

Cep telefonum hiç çalmamalı, kızım suda oynamalı. Onun serin suya ilk girdiğindeki ürperişlerinin, kahkahalarının tadına varmalı. Hafiften titreyen kollarıyla sımsıkı sarılışını hissetmeli suda, bazen deli cesaretiyle senden kurtulup ileri atılışını veya buna can atmasını izlemeli, endişeli baba bakışını ihmal etmeden. Akşam, yatırırken onu, kafamdan salladığım, ama artık bir alışkanlık haline getirdiğimiz "İki Köstebek" masalını anlatmalı, onun uyumamak, sensiz kalmamak için uydurduğu bahaneleri dinlemeli.

Bahçede oturmalı yalnız, uzaklarda titreşen Midilli'nin ışıkların seyretmeli azıcık, Dalgaların sesi, bir ağustos böceği, çok uzaklardan geçen bir teknenin pat patları, yan evden gelen televizyonun sesi.

*Geçtiğimiz Mayıs ayında yazılmıştır.

Hiç yorum yok: