28 Ekim 2006

8 Ekim - İSTANBUL


Evet evet, tıpkı eski bir sevgiliyle buluşmak gibiydi. Daha önce eski bir sevgiliyle karşılaştım mı, sanmam. Peki nereden biliyorum bu duyguyu. Ne bileyim ben; İstanbul'a gidip, aslında hiç de hoş olmayan kötü ayrıntıları görüp de hatırlamak bile bozmadı yaşadığım o duyguyu. Ama, hep düşündüm durdum kendi kendime, neye benziyor diye o karşılaşma, evet eski sevgilinin ta kendisi. Sevmezdim kendisini aslında. Beni çeken belki o burnu havadalığıydı ya da çok şeyler görmüş geçirmişliği. Kesin benden önce de sevgilisi vardı. Ne bir tane milyonlarca eminim. Her gittiğimde arabayla kayboldum ben sokaklarında onun. Her gittiğimde üzerime geldi o kalabalığı. Kendimi çok Anadolulu, taşralı hissettirdi bana. Yaşamak için, gülmek için, eğlenmek için ayrı kanunları vardı. gezmek için çok güzel, en güzel şehirdi. Para kazanıp hayatını devam ettirmek içinse zor, gözüm yemiyordu.

İşte hep böyleydi, onu görünce sever, Ankara'ya dönünce unuturdum. Bu sefer öyle olmadı. sanki daha bir caka satıyordu Nobelli şehir İstanbul. Daha bir güvenli, ukala. Gözlerimi alamadım bu sefer ondan. Ayrılık ne de çok yakışmış haspaya. Oturmuş güzelliği, hala balık etinde, ama taptaze. Karacaahmet Mezarlığı'nın arkalarında, saatlerce mahsur kalmamıza trafikte, ülkenin en çirkin gecekondu-görünümlü gri-mavi apartmanlarının alabildiğine uzanmasına rağmen, çok etkiledi beni bu kez. Daha içindeyken özledim onu; hele dönünce, asıl o zaman anladım, ben bu kadını-şehri meğer nasıl sevmişim, nasıl onun bir parçası, çiğnediği bir lokma olmak istemişim. şair olmak, yazar sayılmak için yaşamalı içinde, milyonlarca sevgilisinden biri olmalı.

Hiç yorum yok: