21 Mayıs 2012

MYANMAR, Bölüm 4

Bagan

Otobüslerin, daha doğrusu onlarca otobüsün uzun yolculuklarının yarısında motorlarını soğuttukları dinlenme tesislerini anlatmamak olmaz.  Ne de olsa benim kuşağım karamelli şekerlerin ikram edildiği bir çağın çocukları olarak mola yerlerini iyi biliriz ve severiz.

Gecenin bir saati uyandırılıyorum. İnmek istemiyorum, bırakın uykum var. Yok, mümkün değil. Herkesi indiriyorlar.  Çaresizce iniyorum. Aman allahım, yanyana sıralanan bütün otobüsler birbirine benziyor. Bir tane bildiğim  ya da okuyabildiğim harf yok. Sayılar bile Burma alfabesinde.  Geri geldiğimde ya bulamazsam. Neyse, rengini ve ön camının üzerindeki diğer birkaç figürü kafama kazıyor ve tuvaletlere doğru hızlı adım uzaklaşıyorum. Birşeyler yemeğe cesaretim yok, öyle bir karmaşa var ki.








Sabaha karşı 4 sularında Nyaung U'nun küçük otobüs terminaline varıyoruz. Dün yer ayırttığım New Park Hotel, beni alması için birisini göndermiş. Birisi derken,   kemikleri sayılan bir attan ve yarısından kesilmiş gibi duran bir at arabasından müteşekkil makam arabası  demek istedim. Hafif bir şaşkınlığın ardından at arabasına kuruluyorum. Serin havanın ve ay ışığının az da olsa aydınlattığı toprak sokakları geçiyoruz. Gece çiçek kokuyor. İşte otel de göründü. Resepsiyonda kocaman bir döşek, üstünde iki adam horul horul uyumakta. İri yarı olanı kalkıyor. Benim ayırttığım oda    bir-iki saat sonra boşalacakmış. Orada kitap okuyarak zaman geçiriyorum. Odama kavuşup azıcık kestiriyorum. 1947 model bir Çin bisikleti kiralıyorum. Minik Volkswagenler kadar ağır mübarek. Olsun, önündeki sepet bütün ıvır zıvırımı alacak kadar büyük.

Nyang U, muhteşem Bagan bölgesinin birkaç kilometre kadar kuzeyinde. 4000'in biraz üzerinde budist tapınağın yeraldığı Bagan'ın inşası 11. yüzyılda başlamış ve 1287'de Moğol istilasından birkaç yıl önce tamamlanmış. Zamanında ahşap işçiliğinin en güzel örnekleriyle bütünleşmiş bu tapınaklardan, bakımsızlığa, yağmaya, erozyona, depremlere ve hatta yanlışlarla dolu restorasyonlara rağmen kırmızı tuğlalarıyla sayısız pagoda ayakta kalmış.

Bagan'ın Angkor Wat kadar güzel olduğunu söylemek mümkün. Sizi her tapınakta ayrı bir sürpriz karşılıyor. Özellikle geniş bir alana dağılmış tapınakları bisikletle geziyorsanız. Ki bence son derece iyi bir fikir. Angkor Wat'ın beni en etkileyen tarafı sık ve vahşi bir ormanın tam ortasında, orman tarafından boğazından yakalanmış gibi duran bir dünya mirası olmasıydı. Cangıl, o güzelim yapıları,  -kötü yaratıkların en vahşisi- insan oğlundan korumuş korumasına ama sonunu da o getirecek gibi duruyor. Bagan ise Angkor Wat'ın alan olarak bir kaç katı büyüklükte ve açık bir arazide kurulu.

Kasabanın içindeki Schwe-zi-gon Paya'ya gidiyorum. Girişte iki yana sıralanmış hediyelik eşya satıcılarının ısrarı, yol yorgunu olan beni iyice yoruyor. Üstelik bisikletin sepetinde gezi rehberini ve haritamı unuttuğumu hatırlayıp fazla zaman geçirmeden atıyorum kendimi dışarıya. Güneye, tapınaklara giden iki ana yoldan nehre yakın olanına, Bagan-Nyaung yoluna dönüyorum. Daha Eski Bagan'a varmadan bir tepenin üstünden bütün ihtişamıyla tapınaklarla dolu kocaman bir ova seriliyor önüme, nefesim kesiliyor. Tektük ağaçların arasında tuğla kırmızısı tapınakların renkleri öyle güzel ki. Toprak yoldan ayrılan sürüyle patikalar sizi ayrı bir tapınağa veya küçücük pagodalara çıkarıyor. Bisiklet sürerken dikkatli olmak lazım, kumlu bir toprak yol bu demeye kalmadan tepetaklak oluyorum.  Sıyrıklara şişliklere aldırdığım yok, fotoğraf makinesini aceleyle kontrol ediyorum. Of neyse önemli bir şey yok. Flaşının üzerinde eski mahkumların yüzündeki falçata izlerine benzer bir izle geçiştirdik galiba. Zaten bisikletim dökme demir gibi ağır. Yarın kesin değiştireceğim bu bisikleti.

Ananda Pahto
Eski Bagan'ın girişinde Bagan'ın bekçisi ve tapınakların en güzeli Ananda Pahto karşılıyor ziyaretçileri. Sıcak artıyor, yanıyorum. Komik tepkilere aldırmayıp bir büfeden Tannaka alıyorum, satıcı kadın yüzüme, boynuma ve kollarıma sürmeme yardım ediyor. Boynum kameranın kordonundan kıpkırmızı olmuş bile.

Ananda Pahto'nun içi gölgelik ve serin. Arkasında rengarenk çiçeklerle dolu bir avlu var. Zemindeki taşlar ayaklarımı yakıyor; bir ağacın gölgesine kaçıyorum ve ağacı çevreleyen banka oturuyorum. Başımı kaldırınca bir levhada ücretsiz wifi noktası yazısını okuyunca çenem düşüyor şaşkınlıktan. Binlerce yıllık tarihin ortasında, çevresindeki ülkelerin onlarca yıl gerisindeki Myanmar'ın göbeğinde, kilometre kareye bir-iki kişinin düştüğü bu mekanda internet erişimi ha. Tabi ki hızlıca mesajlar kontrol ediliyor ve hatta Pekin'le görüntülü görüşmeler yapılıyor, son dedikodular alınıyor, haberlere bir göz atılıyor, sansürsüz facebook falan, oh ne keyif. Kızgın zeminden çizgi film kahramanı tadında bir koşu tutturuyor ve seke seke tapınağa dönüyorum. Bahçede, Wuhanlı dört Çinliyle kısa bir sohbet. Memleketten birilerini bulmuş gibi keyifleniyorum.

Ardından -Be Kind to The Animals-The Moon isimli Bagan'a her gelenin öve öve bitiremediği vejeteryan bir restoranda nefis bir öğle yemeği. Çay yapraklı salata, baharatlı çapati dürüm ve ölümcül avokado lassi. Dünya varmış.

Ayeyarwady nehrinin kıyısına iniyorum yokuş aşağı. Bot turları varmış duyduğuma göre. Ne nehir ne de botlar çekici gelmiyor. Geldiğim yoldan dönüyorum. Gelirken gözümden kaçan küçük bir tapınakta su molası veriyorum. Nasıl görmemişim hayret. Kıpkırmızı çiçekler dallarda, yerlerde. Yumuşacık, mis kokulu, üstüne basmaya kıyamayacağınız bir halı. Tapınağın içine giriyorum. Unutmadan eklemekte fayda var. İrili ufaklı bütün tapınakların içinde 4 ayrı yönde, 4 ayrı pozisyonda oturan veya ayakta duran Buda heykelleri var. Kimi tapınakta duvar yazıları, karanlık ve serin koridorlar, yıkılmış merdivenler, kimisinde insan kalabalığı, Buda'ya sunulan meyveler ve tütsüler.

1975 yılında 6,5 rihter ölçeğinde bir deprem tapınakların çoğuna zarar veriyor. Ama kısa bir sürede UNESCO'nun da yardımıyla rekonstrüksiyon çalışmaları başlıyor. 1990'da askeri hükümetin zoruyla Bagan'da yaşayanlar arkeolojik merkez ilan edilen Eski Bagan'ın 4 kilometre güneyine yeni inşa edilen yerleşim merkezinde yaşamaya zorlanıyorlar: Yeni Bagan.


Yeni Bagan'a giden yolun manzarası enfes. Sağlı sollu tapınaklar arasından hafif inişli çıkışlı yollarda bisiklet sürmek o kadar keyifli ki. Neyse ki tanakam var, güneş yanığıyla uğraşmayacağım. Kısacık güzergahım üzerinde Myinkaba isimli bir köyden geçiyorum. Bagan'ı yukarıdan seyretmek isteyenler işte burada balon turuna kayıt yaptırıyorlar. Sokaklar çocuklarla dolu. Cıvıl cıvıllar. Seninle iletişim kurmaya çalışıyorlar, seninle kendilerince dalgalarını geçiyorlar, kahkahalarla gülüyorlar, seni de güldürüyorlar.

Yeni Bagan zaman kaybıymış. Eski Bagan'a kadar, geldiğim yoldan gerisin geri dönüyorum. Yorulmaya başlamışım. Kasabanın güneyinde Nyaung U'ya giden ikinci büyük yoldan yukarı çıkmaya karar veriyorum. Bu yolun sağında gün batışının ya da doğuşunun-tam emin değilim- seyredildiği en ideal yer olan Schwe-san-daw Paya ve sonra bölgenin en büyük ve gizem dolu görünüşüyle, biraz Maya piramitlerini andıran, Dhamma-ya-gyi Pahto görünüyor uzaktan.









Hiç yorum yok: